İzmir depreminden alınacak dersler ve geleceğe yönelik önlemleri masaya yatırmak üzere İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen İzmir Depremi Ortak Akıl Buluşması başladı. İki gün sürecek bilimsel toplantının açılışında konuşan Başkan Tunç Soyer, “Afetle mücadele yerelde başlayıp yerelde kazanılır. Ülkemizde afet yönetiminin etkin bir şekilde yürütülebilmesi için Büyükşehir Belediyesi ve Belediye Kanunları ile afet hukukunun Belediyeleri temel alacak şekilde yeniden yapılandırılması gerekiyor” dedi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından İzmir’de yaşanan deprem felaketinin ardından geleceğe yönelik önlemleri bilimsel olarak ele almak üzere düzenlenen İzmir Depremi Ortak Akıl Buluşması başladı. Fuar İzmir’de yapılan ve iki gün sürecek toplantının açılışında konuşan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, ülkemizde afet yönetiminin etkin bir şekilde yürütülebilmesi için Büyükşehir Belediyesi, belediye kanunları ve afet hukukunun belediyeleri temel alacak şekilde yeniden yapılandırılması gerektiğini söyledi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç, CHP ve İyi Parti İzmir il başkanları, ilçe belediye başkanları, meclis üyeleri ve belediye bürokratlarının da katıldığı toplantının ilk gününde deprem, yer bilimleri, yapı, imar ve şehirleşme konusunda çok sayıda yetkin isim ve bilim insanının görüş ve önerileri dinlenecek. İkinci gün ise katılımcılar ile yuvarlak masa toplantıları düzenlenecek, sorunlar, çözüm önerileri ve geleceğe yönelik projeler değerlendirilecek.
“Elif ve Ayda umut oldu”
Toplantının açılış konuşmasında İzmir depreminde yaratılan dayanışmaya dikkat çeken Başkan Soyer, “115 vatandaşımızın ölümüne, 4239 hanenin ağır hasarlı ve yıkık hale gelmesine yol açan büyük depremle İzmir halkı olarak merkezi ve yerel idarelerimizle, sivil toplum kuruluşlarımızla ve tüm yurttaşlar olarak yarattığımız dayanışma dalgası ile baş etmeye çalıştık. Bu süreçte yer alan herkese, her kuruma İzmir halkı adına şükranlarımı sunuyorum. İlk anda öncelikli amacımız yıkılan binaların enkazı altındaki canlarımızı kurtarmak oldu. Bu kapsamda İzmir Büyükşehir Belediyemize bağlı İtfaiye ekiplerimiz, AFAD, ilçe belediyelerimiz ve farklı illerden gelen yüzlerce arama kurtarma ekibi çok yoğun ve hummalı bir çalışma yürüttü. Tüm ekiplerin özverili çalışmalarıyla enkazdan 107 yurttaşımızı sağ çıkarmayı başardık. Yaralanan 1034 yurt taşımızdan 17’sinin tedavisi devam ediyor. Kaybettiğimiz 115 canımız için yüreğimiz yanıyor. 65’inci ve 91’inci saatin sonunda kurtarılan Elif ve Ayda kızlarımız, hepimize umut oldu” dedi.
“Bu eşgüdüm uzun vadeye yayılmalı”
Büyükşehir Belediyesi olarak depremin yaralarını sarmak için kapsamlı bir koordinasyon yürüttüklerini vurgulayan Başkan Soyer, belediyenin tüm imkânları ve insan kaynağını depremin yarattığı etkileri azaltmak için seferber ettiklerini söyledi. Bu çalışmaları gün be gün kamuoyu ile paylaştıklarını belirten Soyer, “Öte yandan Afet Koordinasyon Merkezi bünyesinde bakanlarımız, Valimiz ve ilgili kurumlarımızla eşgüdüm halinde çalışmalarımızı sürdürdük. İzmir depremi sonrası böyle bir iklim olması elbette memnuniyet verici. Bu eşgüdümün kısa bir dönem için değil, uzun vadeye yayılan sürdürülebilir bir çalışma olmasını önemle vurgulamak istiyorum” şeklinde konuştu.
Ortak akıl vurgusu
İzmir depreminin ülkemize iki önemli hususu bir kez daha hatırlattığını belirten Soyer, “Bunlardan ilki el ele vererek, siyaset ve fikir ayrılıklarını bırakıp ortak akıl ve dayanışma kültürümüzü güçlendirerek tüm sorunların üstesinden gelebileceğimiz. İkincisi bir deprem ülkesi olduğumuz gerçeğinden hareketle, tüm enerjimizi olası afetlerin yıkıcı etkileri ve risklerini azaltmak için hazırlıklı olmamız gerektiği. Deprem gibi afetlerle mücadele ve risk azaltma çabası, aynı zamanda kentsel yaşam kalitesinin artırılması çabasının bir parçasıdır. Afetlerle mücadele sağlıklı, güvenli ve demokratik yaşam hakkının önemli bir bileşenidir” dedi.
“Yeni bir yerel yönetim mevzuatına ihtiyaç var”
Bugün ülkemizde afet yönetiminin 1959 yılında çıkan Afet Yasası ve imar düzeninin ise 1985 yılına dayanan İmar Yasası ile yürütüldüğüne dikkat çeken Soyer, günümüz Türkiye’sinde kentleşmede gelinen noktaya bakıldığında eksik kalan bu kanunların ivedilikle yenilenmesine ihtiyaç olduğunu vurguladı. Yerel yönetimlere 5393 sayılı “Belediye Kanunu” ve 5216 sayılı “Büyükşehir Belediye Kanunu” gibi yasal düzenlemelerde kısmî yetkiler tanımlanmış olsa da belediyelerin afet yönetim sürecinde hala işlevsel bir yetkisi olmadığını söyleyen Soyer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yeni bir yerel yönetim mevzuatına, hatta yeni bir yerel yönetim reformuna ihtiyaç var. Yasal mevzuatımızda halka en yakın yönetim birimi olan belediyelerin afet durumunda müdahale hizmet gruplarına destek g&ou ml;revlerini üstleniyor olmasının ötesinde roller tanımlanması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü İzmir depremi belediyelerin görevlerinin sadece yol, su, altyapı gibi hizmetlerle sınırlı kalmadığını çok net gösterdi. Afetle mücadele, yerelde başlayıp yerelde kazanılır. Ülkemizde afet yönetiminin etkin bir şekilde yürütülebilmesi için Büyükşehir Belediyesi ve Belediye Kanunları ile afet hukukunun belediyeleri temel alacak şekilde yeniden yapılandırılması gerekiyor.”
Kentsel dönüşüme dikkat çekti
Afet risklerini azaltmanın en önemli araçlarından birinin de kentsel dönüşüm olduğunun altını çizen Soyer, “Mevzuatımızda kentsel dönüşüm, 6306 sayılı yasa ve 5393 sayılı yasanın 73’üncü maddesi kapsamında yürütülüyor. Biz her iki yasanın birleştirilerek temel bir kanun oluşturulmasını ve bu çerçevede belediyelerin kentsel dönüşüm konusunda yetki ve etkinliğinin artırılmasının kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu düşünüyoruz. Aynı zamanda kentsel dönüşümü destekleyecek sosyal bir finansman modelinin de oluşturulması bu girişimleri mümkün kılacak bir başka zorunluluk. Bu koşullar altında afetlere hazırlık, acil müdahale, zararların etkisinin azaltılması, kentsel dönüşüm, riskli yapı stoğunun iyileştirilmesi gibi afet risk azaltımıyla ilgili tüm süreçlerde başarılı olabilmemizin yeg âne yolu ortak akıl etrafında birleşmemizdir. Bu konularda kapsayıcı ve katılımcı olmayan hiçbir süreçten başarı beklenemez. Bugün burada değerli katılımlarınızla gerçekleştirdiğimiz bu etkinliğe, tam da bu nedenle İzmir Depremi Ortak Akıl Buluşması adını verdik” dedi.
Buluşmada 30 Ekim depreminin jeolojik koşulları, yapı-zemin etkileşimi, yapı stoğu, sosyal ve psikolojik etkileri, mekânsal planlama, arama-kurtarma ve hasar tespiti gibi pek çok konunun bilimsel olarak tüm boyutlarıyla ele alınacağını söyleyen Soyer, “Gelecek için yol haritamızın kilometre taşlarını ortak akıl ile belirleyeceğiz. Umuyor ve diliyorum ki İzmir depremi, hem merkezi hem yerel yönetimler hem de ülke kamuoyu açısından Marmara ve Van depremleri gibi bir felaketi daha arkamızda bırakıp bir süre sonra hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya devam ettiğimiz bir sürecin tekrarı olmaz” şeklinde konuştu.
“Ulusal deprem politikası belirlenmeli”
İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı Alim Murathan toplantıdaki konuşmasında “2020 yılında dünyada 106 adet 6 büyüklüğünde deprem olmuş. Bunlardan 9 tanesi 7 ve üzerinde. Ülkemizde 3 deprem oldu. Dünyada kayıp sıralamasında en ön sıradayız. Yaşadığımız yüzyılda ülkemizde bu kadar kayıp olması düşündürücü” dedi.
Türk Mimar Mühendis Odalar Birliği Genel Başkanı Emin Koramaz ise mimar, mühendis ve şehir plancılarının önerileri ve uyarılarının dikkate alınmadığına vurgu yaparak her türlü engellemeye rağmen üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getireceklerini vurguladı. Koramaz, sözlerine şöyle devam etti: “Ülkemiz topraklarının yüzde 98’inin deprem, yüzde 66’sının birinci ve ikinci derece tehlikeli deprem bölgesinde yer aldığını biliyoruz. Buna rağmen depremin hasarlarını en aza indirecek köklü önlemler alınmıyor. Mühendis mimarlık ve şehir planlamanın gereklerine, insan yaşamına saygı duyulmuyor. Kentsel dönüşüm alanları rant alanlarına dönüştürüldü. Yapı denetim yasası çıkartıldı ama yapı denetimi kamusal olması gerekirken ticarileştirildi. Ulusal deprem strateji ve eylem planı yapıldı ama gerekleri yerine getirilmedi.”
Mevcut yapı stoğunda iyileştirme yapılmadığına da dikkat çeken Koramaz, 1999 sonrasında deprem yönetmeliği çıkartılsa da yönetim süreçlerindeki eksiklikler nedeniyle bu tarihten sonra yapılan yapıların da güvenliğine ilişkin endişelerin olduğunu söyledi. Türkiye’deki tüm yapı stoğunun teknik incelemeden geçmesi gerektiğini söyleyen Koramaz, “Siyasi rant uğruna imar barışı altında 10 milyonun üstünde yapı kayıt altına alındı. Depreme hazırlıklı olmak bir devlet politikasıdır. Devlet kurumları ve yerel yönetimlerin ortak sorumluluğudur. İmar aflarının yasaklanması, deprem öncesi, deprem anı ve sonrasındaki çalışmalara ilişkin bir ulusal deprem politikası belirlenmesi, Türkiye ulusal deprem master planının hazırlanması, kent planlaması, yapı üretimi ve denetimi konusunun bütünlüklü ele alınması gerekiyor” dedi.
“Kötü yapılmış binalar çok zarar görür”
İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. A.M. Celal Şengör ise İzmir’deki depremin aslında 8 şiddetinde hissedildiğini vurgulayarak “Böyle bir depremde iyi yapılmış binalar az, kötü yapılmış binalar çok zarar görür. Zarar gören binalar, deprem gerçeği düşünülmeden yapılmış binalardır. İzmir’in talihsizliği son derece faal tektonik ortamda yer almasıdır. Bundan sonraki iş artık inşaat mühendisleriyle, deprem mühendisleriyle konuşmaktır. İzmir’in doğru yapılmış 1/5000 jeolojik haritası var mı bunların araştırılması gerekir?” dedi.
“Kaynaklarımızı belirlememiz gerek”
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu ise deprem riskinin konut binalarında çok yüksek olduğuna değinerek “Bu binalar vahşi bir pazar ortamında üretilmiş binalardır. Öncelikli olarak buralara eğilmemiz gerekiyor. Kahramanca afet yönetimi yaparak bir yere varamayız. Bu bir kaynak meselesi. Konut yapı stokunu depreme dayanıklı hale getirmek muazzam bir kaynak gerektiriyor. Bunun için kaynaklarımızı belirlememiz gerekiyor. Hükümet desteği olmadan uluslararası finans bulunabiliyor mu? Risklerimiz neler, onları belirlememiz lazım. Bir sonraki depremde bina yıkılmasın istiyorsak, yıkılma riski çok yüksek binaları belirlememiz önemli. Bunlar patlamaya hazır birer bomba gibiler. Bu deprem tüm İzmir için bir test yaptı. 5 kattan yüksek ve 2000 yılından önce yapılmış tüm binalar yüksek riskli binalardır” dedi.