Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki şiddetli depremler Türkiye’yi derinden sarstı. Tüm ülke olaydan etkilenen bölge halkına yardım için seferber olurken, büyük felaketin yansımalarını televizyon başından üzüntüyle takip ediyor.
Bu dönemde bir toplumsal travma sürecine girildiğine ve birlik olmak gerektiğine işaret eden Psikolog Dr. Gizem Sürenkök, “Bu tip dönemlerde öncelikle korku, kaygı, öfke, çaresizlik, telaş, yetersizlik, haksızlığa uğramışlık gibi duygular hissediyoruz. Hayatımızın bizim kontrolümüzde olduğuna dair algımız zarar görüyor. Dışardan gelebilecek etkilere karşı koyabilecek gücümüz olmadığına ya da bir daha hiç iyi hissedemeyeceğimize inanabiliyoruz. Bütün bu olumsuz duygular çok insani olmakla beraber bu duyguların yanı sıra içimizde uyanan o mücadele duygusuna, dayanışma isteğine, birilerine yardım etme ihtiyacına kulak vermemiz lazım. Bence hepimizde bu olumlu ve güçlü duygular da hakim. Sadece hangisine daha çok kulak vereceğiz, onu seçmemiz gerekiyor.
Yaraların iyileşmesi ciddi bir zaman alacak, bunu inkar etmenin bir anlamı yok. Bu çok büyük ve geniş çaplı bir afet ve çok fazla insan bu durumdan etkilendi. Hepimizin bir tanıdığı var bence o bölgede yaşayan, o derece büyük bir alan. Tanıdığımız olmasa bile ortak insanlık deneyimi, ne kadar sıkıntılı olduklarını hissedebiliyoruz. İyileşmek için gerçekten birlikte hareket etmek zorundayız. Hepimizin bir işlevi var hayatta, mesela ben insanların olumsuz duygularıyla daha iyi baş etmesini sağlayabiliyorum. Başka birisi bir ürünü temin ediyor. Hayvanları iyileştirenimiz var, insanları tedavi edenimiz var, eğitim verenimiz var. Hepimiz bir işe yarayabiliriz, bir ucundan tutabiliriz. Yeter ki bunu birlikte yapalım. Çünkü bu kadar büyük çaplı afetlerde bireysel çabalar maalesef yeterli olmuyor. Ortak hareket etmek, birbirimizden güç almak, organize bir şekilde çalışmak zorundayız. Birbirimizin zayıf yanlarını tamamlamak, güçlü yanlarından güç bulmak zorundayız. Bu sayede, hep beraber iyileşeceğiz” dedi.
Toplumsal Çaresizlik ve Hayatta Kalanın Suçluluk Duygusu
Gizem Sürenkök, olayın vahameti karşısında anlık duygu değişimlerinin olabileceğini belirterek, “Toplumsal çaresizlik, geniş grupların aynı anda aynı konuyla ilgili hissettiği çaresizliği anlatıyor. Büyük bir olay oluyor ve hepimiz bir şekilde bu olaydan etkileniyoruz. İçinde bulunmasak bile bir şekilde bir tanıdığımız, bir tanıdığımızın tanıdığı, bir şekilde kendimizi benzer hissettiğimiz biri, bir ortaklık duygusu duyabileceğimiz biri o durumun içerisinde bulunuyor. Oradaki acıyı ve sıkıntıyı aynı anda yüreğimizde hissediyoruz. Bunun bir gün bizim de başımıza gelebileceğini düşünmek ve bununla ilgili sanki bir çaremiz yokmuş gibi hissetmek bu duyguyu daha körüklüyor. Kişisel çaresizlikte de kontrolü kaybediyor gibi hissetme hali var. Genel olarak hayatımızı sürdürürken hayatımızdaki olaylar üzerinde belli bir kontrole sahip olduğumuzu düşünmeyi seviyoruz. Bu algı bize iyi hissettiriyor. Ama bu tip büyük olaylarda tam bir kontrole sahip olmadığımız gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Bu da bize kendimizi önemsiz ve güçsüz hissettirebiliyor.
Bir de literatürde adı “hayatta kalanın suçluluk duygusu” olarak geçen his, neden orada ben değildim de başkası vardı, ben kurtuldum ama başkalarının başına hiç hak etmedikleri şeyler geldi, ben iyiyim ama onlar kötü durumdalar gibi düşünceler sonucunda ortaya çıkabiliyor. Büyük bir çoğunluğumuzun müthiş bir empati gücü var aslında - kimilerimiz o kadar çok kullanmasak da… 6 aylık bebeklerin bile empati yapabildiklerini biliyoruz. Afet bölgesinde yaşananları hissedebiliyoruz. O yüzden kendimizi bu kadar benzer gördüğümüz insanlar o koşullardayken bizim hiçbir şey yapamadan uzakta olmamız bu suçluluk duygusunu tetikliyor. Ama bu suçluluk duygusuna en iyi gelecek şey, diğer cevaplarımda da belirttiğim gibi aksiyona geçmek, bir fayda sağlamak, üretmek, desteklemek ve yardım etmek. Birlikte hareket ettikçe hepimizin olumsuz duyguları biraz olsun azalacak” dedi.
Kendinize İzin Verin
İyileşme sürecinin zamanla olacağının altını çizen Gizem Sürenkök sözlerini şöyle noktaladı; “Bu dönemde hissettiğimiz bütün bu zor duyguları yaşamak için kendimize izin vermemiz gerekiyor. İçimize atmadan, sevdiğimiz insanlarla paylaşarak, bize destek olan insanlara izin vererek bu süreci yaşayabildiğimizde bu süreci daha az hasarla atlatabiliriz.
Yaşadığımız kaygı ve stres hiç yokmuş gibi davranmak yerine bunları kabul edip ihtiyaç anında bir soluklanmak ve her zaman üretken olamayacağımızı fark etmek de çok önemli.
Bu süreçten sonra normal hayata dönmek tabii ki kolay olmayacak ama elimizden geldiğince rutinlerimizi korumaya çalışmamız ya da en azından çocuklarımız için o rutinleri tekrar oturtmaya çalışmamız iyi olacaktır.”